Gebze Mimarlar Odası Eski Başkanı Salih Işık Yapılaşmaya Dikkat Çekti
Gebze Mimarlar Odası Eski Başkanı Salih Işık Yapılaşmaya Dikkat Çekti
KOCAELİ HABERİ
29 Ekim 2025 sabahaı Gebze Mevlana mahallesinde yaşanan bina çökmesi faciasında aynı aileden dört kişinin yaşamını kaybetmesi ve akabinde meydana gelen diğer binalrdaki çatlamalar sonrasında çok sayıda evin ve iş yerinin boşlatılarak güvenlik çemberi içine alınması ülke gündeminde geniş tutmaya devam ediyor..
Gebze Mevlana mahallesi ve Akse sapağındaki bu çöküntü ve çatlamaların neden kaynaklandığı üzerine araştırmalar devam ederken Gebze Mimarlar Odası eski Başkanı Salih Işık'tan Gebze'de ki yapılaşmaya dikkat çeken uzun bir açıklam geldi..
İşte o açıklama;
YAPILARIMIZI İNŞA EDİYORUZ, PEKİ YA YAŞATABİLİYOR MUYUZ?
Türkiye, deprem gerçeğiyle yaşayan bir ülke. Ancak binalarımızın yalnızca inşa aşamasında değil, kullanım sürecinde de denetimsiz bırakılması, yaşadığımız felaketlerin en önemli nedenlerinden biridir.
Bir binanın ruhsat ve yapı kullanma izni alması çoğu zaman “artık tamam” denilen bir son nokta olarak görülür. Oysa bina yaşamaya başladığı anda yeni bir dönem – kullanım süreci – başlar.
Bu süreçte yalnızca doğal afetler değil, zemin dengesini bozan kazı çalışmaları, metro tüneli inşaatları, yeraltı su seviyesindeki değişimler gibi dış müdahaleler de yapılar üzerinde deprem etkisine benzer sonuçlar yaratabilmektedir. Dolayısıyla yapı güvenliği, sadece yapıldığı günün koşullarıyla değil; bulunduğu çevrede zamanla oluşabilecek değişimlerle birlikte ele alınmalıdır.
BİLİNÇSİZ MÜDAHELENİN SESSİZ TEHDİDİ
Sahada en sık karşılaştığım durum, inşa kalitesi yüksek yapıların bile birkaç yıl içinde bilinçsiz kullanım ve müdahaleler nedeniyle taşıyıcı sistemlerinde sorunlar yaşamasıdır. Çoğu zaman “basit tadilat” gibi görünen bu müdahaleler, aslında yapının bütünlüğünü tehdit eder:
• Mekânı genişletmek için kolonların yerinin değiştirilmesi veya kesitlerinin küçültülmesi,
• Doğal gaz, klima ya da tesisat geçişi için kiriş veya döşemelerin delinmesi,
• Yığma yapılarda taşıyıcı duvarların kaldırılması,
• Çatılara ağır su depoları veya ek hacimler eklenmesi,
• Bodrumlarda yetersiz izolasyon nedeniyle donatı korozyonu,
• Teras veya balkon kapatmalarıyla taşıyıcı dengenin bozulması…
Oysa binanın statiği zeminden çatıya kadar bütünleşik bir sistemdir. Bu sistemin herhangi bir elemanına yapılan keyfî müdahale, yük dağılımını değiştirir ve taşıma kapasitesini azaltır.
Başta fark edilmeyen bu zayıflamalar zamanla çatlaklara, deformasyonlara ve nihayetinde taşıyıcı sistemin sessiz çöküşüne neden olur. Unutulmamalıdır ki mühendislikte “küçük müdahale” yoktur.
Her kesme, delme veya ekleme işlemi yapının dengesini etkiler. Kentlerimizdeki birçok yapısal problemin temelinde, işte bu sessiz tehdit—bilinçsiz kullanıcı müdahaleleri—yatmaktadır. Depremlerden önce bile, bu tür uygulamalar yapıların ömrünü kısaltan ve güvenliğini zedeleyen en büyük risk faktörlerindendir.
''SORUMLU MİMAR' SİSTEMİ ZORUNLU HALE GELMELİ
Bir yapının ömrü, ruhsatın alındığı veya inşaatın tamamlandığı gün bitmez; tam tersine, asıl süreç o andan sonra başlar. Nasıl ki bir aracın her yıl bakım ve muayeneden geçmesi zorunludur, aynı anlayışın binalar için de geçerli olması gerekir. Çünkü yapıların en büyük riskleri, genellikle inşa sürecinde değil, kullanım sürecindeki denetimsizlikten doğar.
Bu noktada, “Sorumlu Mimar” sistemi artık bir tercih değil, zorunluluk haline gelmelidir. Her yapının, kullanım süresi boyunca o yapıyı tanıyan ve teknik denetimini sürdüren bir mimarı olmalıdır.
Bu mimar, yapılacak her tadilatın, cephe değişikliğinin, tesisat müdahalesinin ya da kat içi dönüşümün taşıyıcı sisteme etkisini denetlemeli, uygun görmediği müdahalelere onay vermemelidir. Her yapılan değişiklik belediyedeki bina dosyasına işlenmeli, bu kayıtlar dijital ortamda “Yapı Kullanım Kütüğü” adı altında tutulmalıdır.
Nasıl ki bir otomobilin servis geçmişi, değişen parçası ve kilometresi kayıt altındaysa; binaların da müdahale geçmişi, bakım notları ve sorumlu mimar raporları bulunmalıdır
Bugün bir binada hasar tespitine gittiğinizde sıkça duyulan soru şudur:
“Kim yaptı bu müdahaleyi?”
Cevap genelde yoktur. Çünkü sorumlu bellidir ama ortada değildir.
Ne uygulayıcı, ne mülk sahibi, ne de belediye kayıtlarında net bir iz vardır.
Oysa “Sorumlu Mimar” sistemi olsaydı, tüm süreçler izlenebilir ve denetlenebilir hale gelirdi.
Bu sistem yalnızca güvenliği değil, mimarlık mesleğinin itibarını da korur.
Mimar, yapının yalnızca tasarımcısı değil, aynı zamanda onun yaşam döngüsünün gözetmenidir.
Bugün Avrupa’da birçok ülkede, “Building Steward” veya “Responsible Architect” adıyla benzer modeller uygulanıyor. Yapıya yapılan her müdahale, sorumlu mimarın onayıyla gerçekleşiyor. Böylece hem kaçak müdahaleler önleniyor, hem de yapının teknik kimliği korunuyor.
Türkiye’de de bu uygulama, belediye ve meslek odaları iş birliğiyle hayata geçirilebilir. Belediyeler, yapı ruhsatı verirken aynı zamanda yapı kullanım dönemine ilişkin sorumlu mimar atamasını da zorunlu hale getirmelidir. Bu mimar, yapının yalnızca estetik değerini değil, statik güvenliğini, cephe bütünlüğünü ve enerji verimliliğini de uzun vadede koruyacak kişidir.
Sonuç olarak;
Bir bina, mimarının masasında doğar ama onunla birlikte yaşamaya devam eder. Sorumlu Mimar sistemi, işte bu yaşam döngüsünü kayıt altına alan, geleceğe güvenle taşımamızı sağlayan en önemli adımdır.
BİNALARIMIZA BAKIMA MUHTAÇ CANLILAR GİBİ YAKLAŞMALIYIZ
Bir bina, tıpkı bir insan ya da canlı organizma gibidir; doğar, yaşar, yıpranır ve bakıma ihtiyaç duyar. Yapının taşıyıcı elemanları, tesisatı, cephe sistemleri ve izolasyon katmanları zamanla yorulur, ömrünü doldurur.
Nasıl ki bir insanın düzenli sağlık kontrolleri yapılmazsa hastalıklar ilerler, bir bina da periyodik bakım ve kontrol yapılmadığında sessizce hastalanır. Birçok yapıda bu durum açıkça görülür:
Cephelerdeki küçük çatlaklar yıllarca önemsenmez, ardından su alır; donatı paslanır, kolon kesitleri zayıflar. Ya da tesisattaki küçük bir kaçak, yıllar içinde rutubete dönüşür, betonun içindeki çeliğe zarar verir. Başlangıçta fark edilmeyen bu “küçük arızalar”, bir gün büyük hasarların başlangıç noktası haline gelir.
Oysa tüm bu süreç, düzenli kontrol ve bakım kültürüyle önlenebilir. Tıpkı araç muayenesi gibi, binalar için de periyodik yapı sağlığı kontrolü zorunlu hale gelmelidir. Yapıların belirli aralıklarla taşıyıcı sistem, tesisat, enerji verimliliği ve yangın güvenliği açısından yetkin mimar ve mühendisler tarafından incelenmesi, raporlanması ve belediye kayıtlarına işlenmesi gerekir.
Bir binanın yaşlanması kaçınılmazdır; ama kontrolsüz yaşlanması kabul edilemez. Bugün birçok kentsel bölgede, 20–30 yaşındaki binalar adeta “görünmez riskler” taşımaktadır.
Dışarıdan sağlam görünen bir yapının, içten içe zayıfladığı fark edilmez. Oysa yılda bir yapılacak denetim, hem yapının ömrünü uzatır hem de can güvenliğini korur. Bu anlayış yalnızca mühendislik değil, kültürel bir dönüşüm meselesidir.
Nasıl ki evimizde bir musluk bozulduğunda tamirci çağırıyoruz, binanın taşıyıcı sisteminde, çatısında veya cephesinde oluşan küçük sorunlarda da aynı sorumluluk bilinciyle hareket etmeliyiz. Kentlerimizde “bina bakım defteri” ya da “yapı sağlık karnesi” uygulaması hayata geçirilmeli, yapının geçirdiği her onarım, değişiklik ve kontrol kayıt altına alınmalıdır.
Bu sayede her bina kendi “yaşam dosyasına” sahip olur; gelecek kuşaklara güvenli, sürdürülebilir yapılar bırakmak mümkün hale gelir.
Sonuç olarak, binalarımıza sadece taş, beton ve demirden ibaret nesneler gibi değil, bakıma muhtaç canlılar gibi yaklaşmalıyız. Çünkü kentlerin sağlığı, onu oluşturan yapıların sağlığıyla doğru orantılıdır. Sağlıklı yapılar, güvenli kentlerin temelidir.
ZEMİN ETKİSİ VE METRO ÇALIŞMALARININ BİNALARA YANSIMASI
Bir binayı değerlendirmenin ilk aşaması, kütle dengesi ve oturma davranışının gözlemlenmesidir. Bu kapsamda Gebze’deki incelenen yapı, karşıdan bakıldığında dengeli bir kütle etkisi sergilemektedir. Toplam 7 katlı olup, Yaklaşık 80 m² taban alanına sahip, iki katlı (dubleks tipinde) bir konut yapısıdır.
Taşıyıcı sistem, çevresel kolon ve kiriş çerçevelerinden oluşmakta olup, orta akslarda kolon bulunmamaktadır. Bu tür çerçeve sistemlerde yük aktarımı, çevre (perimetral) taşıyıcı elemanlar üzerinden sağlandığından, normal şartlarda statik bir zafiyet beklenmez.
Ancak bu yapının yıkılmasına ilişkin değerlendirmelerde, taşıyıcı sistemde belirgin bir zafiyetin bulunmadığı; esas etkileyen unsurun zemin altı faktörleri olduğu anlaşılmaktadır. Yerinde yapılan incelemelerde, zemin katın yaklaşık yarısının gömülü olduğu, asma kat hizasında kırılma oluştuğu ve yapının öne doğru yatma (deformasyon) eğilimi gösterdiği görülmektedir.
Yaklaşık 12 yıllık bir yapıda bu tür bir eğilme, statik olarak olağandışı bir durumdur ve zemin taşıma gücünde ani bir azalmaya işaret eder. İlk akla gelen gözlem, yapının altında ve çevresinde yürütülen metro tüneli kazı faaliyetlerinin, zemin davranışını etkilediği yönündedir.
Saha gözlemleri ve bölgeden alınan duyumlara göre, kazı sürecinde titreşimli kazı ekipmanlarının ve yer yer patlatmalı yöntemlerin kullanıldığına dair bilgiler bulunmaktadır.
Bu tür kazı teknikleri, doğrudan üst yapılara etki etmez; ancak zemin tabakalarının kohezyon dengesini bozarak, taşıma gücünün azalmasına ve oturma farklılıklarına yol açabilir.
Olay yerinde gözlemlenen deformasyonun, zeminin bazı bölgelerinde diğerlerine göre daha fazla oturması (yani dengesiz zemin oturması) sonucu oluştuğu değerlendirilmektedir.
Bu tür durumlarda, yapı temeli altındaki zemin kütlesinin stabilitesi bozulur; yük dağılımı eşitliğini kaybeder ve yapı, rijit bir kütle olarak dönme momenti etkisiyle öne doğru devrilme eğilimi gösterir. Benzer bir durumu, 2022 yılında 2 Ada yanındaki köşe parselde yer alan başka bir binada da gözlemlemiştim.
Gebze Mustafapaşa Mahallesi’ndeki bina için 27 Mart 2023 tarihinde hazırlanan teknik raporda, metro tüneli çalışmalarına bağlı olarak yapıda zemin oturmaları ve taşıyıcı elemanlarda çatlaklar meydana geldiği; bu durumun yapının genel güvenliğini olumsuz etkilediği belirtilmişti.
Aynı dönemde yürütülen metro kazı çalışmaları sırasında çevredeki yapılarda da benzer şekilde zemin oturmaları, giriş katlarında çatlaklar ve bitişik binalardan ayrılma (ayrışma derzleri) gibi yapısal deformasyonlar gözlemlenmişti.
Bugün aynı hattın bir sonraki adasında yaşanan yıkım, bu uyarıların doğruluğunu ortaya koymaktadır. Metro hatları ve şaft bacaları çevresinde gerçekleştirilen yoğun kazı, titreşim, su tahliyesi ve zemin gevşemesi süreçleri, zeminin doğal taşıma kapasitesini azaltmakta; bu da sessiz deformasyonlar şeklinde üst yapılara yansımaktadır. Bu deformasyonlar, kısa vadede gözle görülmeyebilir; ancak mikro çatlakların ilerlemesi ve zemin-su dengesi bozulmasıyla zamanla yıkıma giden süreç başlar.
Sonuç Olarak
Bu değerlendirmeyi yaparken yalnızca bir gözlemci olarak değil, depremde hasar görmüş yapıların hem projelendirilmesi hem de uygulama süreçlerinde görev almış, sahayı bilen bir teknik adam yaklaşımıyla hareket ettim.
Bu olayın yalnızca tekil bir bina sorunu olarak değerlendirilmesi yeterli olmayabilir. Yapıda gözlemlenen hasarın, sadece taşıyıcı sistemle sınırlı kalmayıp; bölgedeki zemin davranışı, çevresel koşullar ve yürütülen metro tüneli ile altyapı çalışmalarından da etkilenmiş olabileceği değerlendirilmektedir.
Kentsel altyapı faaliyetleri sırasında, özellikle zemin kazıları ve yeraltı su dengesi değişimleri, çevredeki yapıların temel seviyelerinde gerilme dengesini bozmakta; bu durum kolon, kiriş ve perde elemanlarda çatlak, ayrışma ve deformasyonlara, hatta yıkıma neden olabilmektedir.
Bu tür etkiler, yalnızca mühendislik hatasından değil; kent ölçeğinde zemin etütlerinin güzergâh boyunca bütüncül biçimde ele alınmamasından kaynaklanmaktadır. Dolayısıyla ortaya çıkan durum, münferit bir yapı arızası değil; zemin, taşıyıcı sistem ve çevresel faktörlerin birlikte ihmal edildiği bir planlama eksikliğinin sonucudur.
Özellikle metro tüneli kazılarını yürüten kurumlar, yüklenici firmalar ve ilgili idareler bu sürecin teknik ve hukuki sorumluluğunu taşımaktadır. Zira zemine yapılan her müdahale yalnızca kazı alanını değil, çevredeki yapı stoğunu da etkiler ve bu durum doğrudan kamusal güvenliği ilgilendirir.
Böylesi büyük ölçekli çalışmalar öncesinde, çevre yapıların güvenliği için jeoteknik analizlerin yapılması, titreşim ve deformasyonların izlenmesi ve bağımsız denetim raporlarının düzenlenmesi zorunludur.
Aksi halde, alınmayan her önlem teknik bir eksiklik olmanın ötesinde, kamu güvenliği açısından ciddi bir ihmal anlamına gelir.
Y.Mimar Salih IŞIK
01.11.2025
Yorumunuz başarıyla alındı, inceleme ardından en kısa sürede yayına alınacaktır.
